6 Mayıs 2012 Pazar

fısıldama


Bazı insanlar var,fısıldamayı bilmiyorlar. Hatta bir şey söylüyorlar, ardından fısılda diyorum ve fısıldamaya çalışarak tekrar ediyorlar. Sanki ilk seferinde anlamamışım gibi. Annem bunlardan biri mesela. Her seferinde ama istisnasız her seferinde çoktan anlamış olduğum şeyi becerilemeyen bir fısıldayışla yeniden dinliyorum.
Bazen gerçekten fısıldansa da yeterince sessiz olmuyor. Mesela kütüphanelerde, mesela ıssızlığın ortasında çevredekilerin duymasını istemediğiniz sohbetlerde, ya da odada iki kişiyken ve yan odada uyuyanlardan paranoya derecesinde çekiniyorsanız. Ve hatta böyle zamanlarda normal ses tonunuzla konuşsanız daha az dikkat çekecekmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. En azından ben kapılıyorum.
Ortada gizlenmesi, saklanması ya da herkesle paylaşılmaması gereken bir şey varsa fısıldamak belki de bunu yüksek sesle anlatmaya çalışmaktan daha tehlikeli olabiliyor. Tehlikenin dışında fısıldamanın tuhaf mahremiyet alanına girmiş ve bir şekilde üçüncü-dördüncü şahısları istemeden de olsa uzaklaştırmış oluyorsunuz o alandan ve onları merak alanına yaklaştırıyorsunuz.
Sadece sesin yüksekliği değil, vücut dili de değişiyor. Karşınızdakiyle yakınlaşmanız gerekiyor. Yakınlaştıkça söylediğiniz şeylerin inandırıcılığı, doğruluğu, gerçekliği artıyor sanki. Bu şekilde, fısıldamak herkesin sorgulamadan kabul ettiği doğruları değiştirmeye çalışmanın yanında manipülasyona da kapı aralayabiliyor. Kazanılmış absürd güven duygusuyla ikna edicilik başlıyor.
Ve üzerine muhtemelen tartışacak çok şey hala varken, fısıldama dosyasını yıllar yıllar önce izlediğim bir filmden alıntıyla kapatıyorum.
“the human voice is different from other sounds. It can be heard over noises that bury everything else. Even when it's not shouting. Even when it's just a whisper. Even the lowest whisper can be heard when it's telling the truth